Alevi İnancında Muharrem

Muharrem

Anadolu Kızılbaş Aleviler bin yıllardan beri yaşadıkları coğrafyada uğradıkları baskı ve zulme rağmen ecdatlarından kendilerine miras kalan dini inanç kimliklerini boyunlarından çıkarmadılar. Dini bayram ve inanç günlerini hiç bir zaman unutmadılar. Hızır ayı ve tutulan üç günlük oruç; Nevruz ve Hz.Ali’nin doğumu, Hızır İlyas 5/6 Mayıs Günleri, Muharrem ayında 12 İmam orucu ve aşure, bu günler alevilerin dini inanç günleridir, en büyük tören ve bayramlarını bu günlerde yaparlar.

Muharrem hicri senenin birinci ayıdır. Bir has isim olmayıp, saferin sıfatıdır.Cahiliye devrinde eski Mekke senesinin ilk iki ayına safer I. ve II. safer ismi veriliyordu. Cahiliye devrinde senenin ilk 6 ayının taksiminde, her biri iki ay olan üç aydan ibaret idi. Bunlardan iki safer iki rabi ve iki camada diye adlandırılıyordu ve birbirlerini takip ediyordu. İki safer ayının birincisi, mübarek aylara dahil olan bir ay olarak al.muharrem sıfatını aldı ve sıfat yavaş yavaş bu ayın hakiki adı oldu. Muharrem ayı eski araplarda sene başı olarak kabul ediliyordu ve 30 gündür.

 

Anadolu Kızılbaş Alevileri Muharrem ayına kutsallık yüklemişlerler. Bu ayda icazet ve mucizatların vuku bulduğuna binlerce yıldır inanılarak gelenek ve göreneklerin değişmez bir parçası olarak kabul etmişler. Adem peygamberden beri meydana gelen bir çok olayın bu ayda vuku bulunduğuna inanılmaktadır. Ademin cennete kabulu bu ayda olmuştur. Nuh Peygamberin gemisinin içindekilerle birlikte tufandan kurtuluşu İbrahim Peygamber’in ateşten sağ kurtulmasına, Yunus Peygamberin balığın karnından sağ çıkmasına, Musa Peygamberin Firavunun zulmünden kaçışında Kızıldeniz’in yol vermesi, Yakup Peygamberin oğlu Yusuf’a o ayda kavuştuğu, ayrıca Muharrem’in 16.günü Kudüs’ün kıble olarak tayin edildiği gün olarak bilinir.

 

Muharrem’in dokuzuncu günü şiilerin oruç günü 10.günü al.Hüseyin Abi Talip (10-680) şahadete kavuştuğu gündür. Anadoludaki Kızılbaş Alevi ve Bektaşilerce kutsallık yüklenilerek tutulan 12 günlük Muharrem Orucu’nun diğer adı 12 İmam Orucu’dur. Muharremdeki orucun mitolojik olarak asıl ismi şükür orucudur. Adem Peygamber’in cennete kabul edilmesiyle başladığı 3 günlük Şükür Orucu kendisinden sonra bin yılların akışı içerisinde diğer uygarlıklar arasında ortaya çıkan peygamberler tarafından tutulduğu rivayet edilerek Nuh Peygamber’e kadar gelmiştir. Nuh Peygamber ve kendisine inananlarla birlikte tufandan sağ kurtulmalarından sonra üç günlük orucu 10 gün Şükür Orucu olarak tutmaya başlamışlar ve kendisinden sonraki toplumlar içerisinde beliren peygamberler ve onlara bend olan ümmet tarafından bu 10 günlük Şükür Orucu’nun tutulduğu rivayetler olarak günümüze kadar gelmiştir.

 

On günlük Şükür Orucu nasıl olduda Anadolu Alevileri’nde  12 günlük Matem Orucu’na dönüştü? Anadolu Alevileri’nin kadim dervişleri rivayet eder ki ’’Bütün hikmetler ve mucizatlar diğer peygamberler için bu ayda meydana gelmişse neden Hz.Hüseyin gibi bir serdar ve Hz.Peygamberin torunu için meydana gelmedide, bütün sevenleriyle birlikte şehit oldu?’’

Anadolu Alevileri Kerbela olayından 250 sene sonra kendi inanç ve ibadetlerindeki Şükür Orucu’nu 12 İmam Matem Orucu’na çevirmişler. Alevi inanç ve ibadetinin yüce pirlerinin yazgısıda 12 İmamların yazgısına benzediği için aynı kahır ve zulmü yaşadıklarından dolayı Hz.Ali ve ondan sonrakilerin ismine izafeten bu matem orucuna 12 İmam Orucu deniliyor. Anadoludaki Aleviler sunni müslümanların hac varizesini yaptıklarından 20 gün sonra Matem Orucu’nun birinci günü olarak oruç tutarlar ve yüzlerce yıldır hiç bir zaman ve hiç bir yerde Kerbela’yı çağrıştıran Hz.Hüseyin’i ve onun suylu mücadelesini hatırlatan yas ve matem orucumuz sunni müslümanların Kurban Bayramı ile çakışmıyor. Bunun yegane sebebi hicri 680 tarihinde islam halifesi tüm ulaması birlikte yine hac fariyesini yerine getirmişlerdi ve 20 gün sonrada Kerbela’da Hz.Hüseyin’in şahadetine seyirci kalmışlardı. Alevi inanç ve ibadetinin temel düstur koyucu pirleri o günden sonra bir daha asla Kurban Bayramı lafını etmediler ve biz en büyük kurbanı verdik dediler.

 

Anadolu Kızılbaş Alevileri Hz.Hüseyin’i ve zülümkarlara karşı verdiği mücadeleyi anlatırken onun için şiirler ve mersiyeler dizerken, gülbenk ve dualarında ismini yad ederken hep akla KERBELA geliyor. Irak’ın başlıca şehirlerinden (61000 nüfusu) olup Bağdad’ın 100 km, (Cenub-i) güneyinde bulunur. Kerbela ismi aramice Kar-bela ve asurice Karballatu kelimelerine bağlanır. Halid bin Velidin Hira’yı zapt ettikten sonra sonra Kerbala’da konakladığı söylenir. 10 Muharrem 680 tarihinde Hz.Hüseyin halifelik makamındaki hakkını elde etmek üzere Mekke’den Irak’a yürürken Küfe Naibi’nin (valisi) ordusuna karşı Kerbela ovasında Ninava arazisi dahilinde şehit düştü. Peygamberin torununun başsız cesedinin gömüldüğü Kabr al-Hüsayin ismi verilen yer çok geçmeden onu sevenlerinin bir ziyaretgahı oldu. Halife Mütavakkil 850/851 yılında türbeyi ve etrafındaki binaları yıktırdı. Toprakları ektirdi ve bu makamları ziyaret edenlere ağır cezalar verdirerek yasak ettirdi. Bir çok seferler tahribata uğrayan Hz.Hüseyin’nin türbesi 1023/1024 tarihinde ölen Hasan b. al. Fazl tarafından onarılıp etrafı bir duvar ile çevrildi. Ne yazık ki (ağustos/eylül 1016) ayında tavanda asılı iki şamdanın düşmesi neticesinde çıkan büyük yangın bütün binayı kül haline getirdi. Selçuklu sultanı Malikşah (1086/10787) Bağdad’a geldiğinde türbeyi ziyaret ediyor ve yardımlarda bulunuyor. İlhanlılar’dan hükümdar Gazan 1303’te Kerbela’yı ziyaret edip, türbeye büyük hediyeler veriyor. Fırat’tan türbeye kanal ile su getirdiği tarihi kayıtlarda yazıyor. Hz.Hüseyin’in türbesinin yanında, Kerbela’da onun saflarında şehit olan Hurr Riya’nın türbeside bulunuyor.

 

Anadolu Alevileri’nin  gönlüne Hüseyin sevgisini bir kor ateş gibi düşüren

Şah İsma’il  safavi’dir (1524 ölümü) Nacaf ve Kerbala’yı ziyaret etmesiyle doruk noktasına ulaşır. Anadolu dervişleri Şah İsmail (Hatayi) döneminde yüzlerini ve yönlerini Kerbela’ya çevirirler. Bu durum Yavuz selimin çaldıran savaşı ve savaş sonrası katliamlarına kadar devam etti. Kanuni Sultan Süleyman’da Kerbela’yı ziyaret etti ve su taşıyan kanalların kumlarla kapanmaması için temizlediği rivayet edilir. Padişah 3. Murad (1585 ölümü) Bağdad Valisi Ali Paşa vasıtasıyla türbeyi yeniden tamir ettirdi. Türbe 1623 tarihinde tekrar İranlıların eline geçince yine çoşkulu bir ziyaret başladı. İran Hükümdarı Nadir Şah 1743 tarihinde Kerbela’yı ziyaret ettiği ve Ali’nin Nacaf’teki türbesinin üstünü altın kaplattığı rivayet edilir. 1801 nisan ayında şii ziyaretçilerinin Nacaf ve Kerbela’ya gitmiş oldukları bir sırada, Şeyh Sa’ud un adamları ve mahiyetindeki onikibin silahlı vehhabi ile Kerbala’yı istila ederek üçbinden fazla insanı öldürdüler. Evleri ve çarşıları baştan başa harap ettiler. Her şeyden önce Hz. Hüseyin’in türbesindeki altın kaplamalı bütün bakırları ve diğer hazineleri gasp ederek, mübarek tabutunu tahrip ettiler. Bu olaydan sonra şii alemince türbeye iki misli önem verildi ve daha çok ziyaretçi gelerek servet ve hediyeler yağdı. Kaçar Hanedanının yegane sahibi Ağa Muhammed Han 1800’lerin sonunda Hz.Hüseyin’in türbesinin kubbesini ve minaresini altın ile kaplattığı söylenir. Hüseyin’in makamı 108×85,5 m büyüklüğünde bir avlu içinde bulunur. Kapalı mekanın orta yerinde 20 m yükseklikte 4 m genişlikte ve etrafı gümüş maşrabi eserler ile çevrilidir. Hz.Hüseyin’in sandukası ve sadukanın ayak ucunda Kerbela’da beraber şehit olan oğlu Ali Akbar’a ait daha küçük bır sanduka vardır. Bu türbenin 600 m kuzeyinde Hz.Hüseyin’in üvey kardeşi Abbas’ın türbesi vardır. Şehirden batıya doğru giden yol üzerinde Hüseyin’in çadırlı karargahı (Haymagah) bulunur. Burada inşa edilen bina çadır şeklini andırdığı gibi kapısının iki tarafında deve semerlerine benzetilerek yapılmış olan taşlar vardır. Halk arasında Hüseyin’in türbesi civarında gömülenlerin cennete girecekleri itikadi hakimdir. Bu sebeple bir çok yaşlı ve sakat ziyaretçi hayatlarının son günlerini yaşamak üzere bu türbe civarına gelir veya ölürler, buraya nakledilerek türbe civarında defnedilir.

 

AŞURA 10 Muharreme rastlayan günün adıdır. Hz.Muhammed Medine’ye geldiği zaman oradaki yahudilerinde muharrem ayında Şükür Orucu ile birlikte aşura gününü yaptıklarını gördü. Hz.Peygamber bu orucun tutulmasında yahudi adetini kabul etmiştir. Yani o gün diğer oruçlarda olduğu gibi güneşin batmasından ertesi akşam güneş batıncaya kadar oruç tutulurdu.(Buharinin beyanlar 5, 351)

Hz.Peygamber’in hicretin ikinci senesinde kendisine vahi ile Ramazan oruç ayı olarak bildirilmiş ve ondan sonra Aşure Orucu olarak tutmak artık eskisi gibi dini bir mükelifiyet halinde kalmayarak ferdin arzusuna bırakılmıştır. Bu bir Yahudi geleneğidir diyen ve onlara benzemek istemeyen müslümanların bir kısmı (İran şii’leri) muharremin 9.günü oruç tutarlar. Diğer kısmı ise farz olan ramazandır deyip bu orucu tutmuyorlar. Buna gerekçe olarakta bu oruçla ilgili peygamberin en zayıf bir hadisi ve dört mezhebin imamlarınında bu konuda beyanları yok diyor (İnb Taymiya, Macmu’a al-fatavi, Kahire 1326)

Aleviler Adem’den ve bütün uygarlıklardan süzülüp gelen bu köklü ve eski oruç geleneğine 12 İmam kutsallığınıda yükleyerek, islamın bağnaz ve tutucu fetvabazlarına karşı geleneklerini başı uğrunada olsa yaşata gelmiştir.

 

Mah-ı Muharremde derd-i hicranda

Şah Hüseyin der de yanar ağlarım

Zemin ü asuman bütün matemde

Şah Hüseyin der de yanar ağlarım

                                                        Esrari

 

Anadolu Alevileri muharrem ayında oniki gün oruç tutup onunüçüncü gün aşurelerini pişirirler ve varsa kurbanlarını keserler. Aleviler oruç süresince sahura kalkmazlar ve oruçlarını bulundukları yerde güneş battıktan sonra açarlar. Oniki gün boyunca mümkün olduğunca şatafatlı sofralardan uzak dururlar, gayet mütevazi ve sade bir şekilde oruçlarını açarlar. Etli yemeklerden uzak dururlar et yemezler, canlıyı kanatmazlar ve tabiata zarar vermemeye azami özen gösterirler. Şartlar ve ortam müsait ise saz çalarlar, deyiş ve Hüseyin’den mersiyeler okurlar, semah dönerler, muhabbet ve sohbetlerinde Hüseyin’in soylu mücadelesini anlatırlar. Ali’ye ve 12 İmamlar’a yapılan haksızlıklar dile getirilir. Alevi Ulularının bu konulardaki sözleri ve anlatımlarını işlerler. Oruç açtıktan sonra gece yarısına kadar yiyecek ve içecek yasak değildir. Gece yarısından sonra niyet edilir ve ertesi gün oruç acıncaya kadar niyetli kalınır. Muharrem orucundaki en büyük özellik sussuzluğa tahammüldür. Mümkün olduğunca oruç tutanlar veya tutmayanlar bu günlerde su yerini tutan şerbet ve içecekleri içerler. Oruçta zorlama ve baskı yoktur, tamamen gönül rızalığına bağlıdır. Alevi inanç ve ibadetinde oruç aç kalmakla tutulmaz, nefsine hakim olmak, edepli erkanlı olmakta oruçlu olmak demektir. Oruçluyum diye reklam yapılmaz, başkaları oruçlu mu diye sorulmaz, insanlar ve çevresindekiler manevi baskı altına alınmaz.

 

Nuh’un gemisinin tufandan kurtuluş vaktine rastlayan şükran ayını ve töreni esnasında gemide bulunan hububat ve meyvelerden oluşan tatlı bir çorba pişirilip kendi aralarında yaptıkları bu tören ve gelenek bin yıllardır halklarımız arasında yaşatılıyor. Hz.Hüseyin’in oğlunun Hz.İmam Zeynel’in Kerbela vakasında kurtuluşu aleviler arasında  Ademi Sami (ikinci Adem) olarak anılır. Bu yüzdende aşure günü bazı yerlerde ve mekanlarda durum uygun ise kurban keserler. Alevi Dernek ve cem evlerinde bu geleneği en iyi şekilde yaşaması için kurumlarımıza sahip çıkalım, böylesi kutsal günlerde varsa bağış ve hakulalarımızı derneklerimize verelim. Pişen aşureler, dağıtılan lokmalar, tutulan oruçlar Hz.Pir’in dergahında kabul olsun.

 

 

Hasan KILAVUZ

 

Kaynak: İslam Ansiklopedisi cilt 5,1,6,8.

İslam İnançları Sözlüğü-O.Hançerlioğlu

Bektaşilik Alevilik nedir?- Doç.Dr.Bedri Noyan