KIBLESİ İNSAN OLANLAR:

5 – 6 Mayıs Hızır İlyas Günleri

Alevi Kızılbaş inancında Hızır’a ait rivayetlerin büyük bir kısmı yazılı Şark kaynaklarındaki ile benzerlikler gösterir.

Hızır, her yerde hazır ve nazırdır!

Orta Doğu halkları arasında, çok geniş bir coğrafyada mitolojik bir kurtarıcı olarak her tarafta kutsanmış, esrarengiz, çeşitli kılıklarda görünen ve bilinen bir figürdür.

Baharla birlikte yeşeren çimenlerde ayak izleri, açan çiçeklerde eli vardır.

O, özlem ve umudun atlısıdır.

Bazen aynı coğrafyada farklı halk katmanları arasında Hızır’a ayrı ayrı misyonlar yüklenmektedir. Bir kısım halk onu peygamber olarak kabul eder.

O, Dersim’de herkes tarafından ismi çağrılan, yaşayan bir tanrıdır.

Onun umumiyetle “Hızır aleyhisselam”, “Hızır Nebi” veya “Hızır Peygamber” diye anılması da bu inancın bir ifadesidir.

Halkın ona dair inançları, kendisine izafe olunan başlıca iki vasıf etrafında toplanır:

“Kul bunalmayınca Hızır yetişmez” ve “Hızır’ın eli değmiş” (bereketli ve çabuk tüketilmeyen para veya başka nesneler hakkında) şeklinde devamlı söylenen sözler, bu vasıfları ifade eder.

Hızır, darda kalanların yardımına koşan mübarek bir zattır. Alevi Kızılbaş pirleri, Onu insanlara servet, bereket ve yaşadığımız kâinata yeniden hayat veren bir kudret olarak tanımlar.

Umumiyetle 5 – 6 Mayıs günleri kutlanan ve halk takviminde yazın başlangıcı kabul edilen Hıdırellez (Hızır-İlyas) günü ile ilgili türlü inanışlar ve adetler, yalnız Aleviler değil diğer inanç grupları tarafından da yaşatılmaktadır.

Aleviler arasında onun ab-ı hayat pınarından su içtiği için ölümsüzlüğe eriştiği, zaman zaman dünyayı ziyaret ettiği, kendini tanıtmadan insanlar arasına karıştığı, onlarla düşüp kalktığı ve sevdiklerine iyilik ettiği inancı çok kuvvetlidir.

Yüzlerce yıldır, sanki dün olmuş gibi halk arasında bu inançları teyit eden, çok sayıda kişinin başından geçen türlü maceralar ve hepsinin de mutlulukla son bulduğu anlatılmaktadır.

Kadim dervişlerin sözüdür:

“Yürekten inanmak, gönülden çağırmak oldu mu, Hızır hem görür hem de duyar.”

Hızır – İlyas günü; umumiyetle Hızır’ın İlyas ile senede bir defa buluştuğu gün olarak kabul edilir.

Yılın bu gününde, kâinata yeniden hayat ve bereket getiren kuvvetli enerjiyi kendi yararına kullanmak için başvurulan sihirli amellerin hepsi yalnız Hızır’a aittir.

Kutsal bilinen kitaplarda anlatılan İskender’in, Hızır ile veya aşçısıyla birlikte ab-ı hayatı araması ve İskender’in yol arkadaşının bu sudan içtiği hâlde kendisinin içemediği rivayetlerinin bir benzerini Evliya Çelebi Seyahatnamesinde anlatmaktadır.

Bu ilginç rivayet, Bingöl dağındaki göllerden bahsedilirken aktarılır.

Bahsi geçen göllerden Kuş Gölü’nün bu adı almasının sebebi, Evliya Çelebi’ye göre şöyledir:

Bir avcı bir kuş vurmuş, onu gölde temizlerken kuş canlanmış ve göle dalıp kaybolmuş. Meğer bu göl ab-ı hayat kaynağıymış; sırrı meydana çıktığı için Allah’ın emriyle bin parçaya bölünmüş ve bin göl olmuş. Hangisinin ab-ı hayat kaynağı olduğu bilinememiş.

Evliya Çelebi’nin saydığı göller içinde Hızır Gölü, İlyas Gölü de vardır. Ona göre bu göllerin her birinde bir hikmet bulunmaktadır.

Kimisi kadınları semirtir, doğumu kolaylaştırır; kimisi erkeklerin ve kadınların üreme kabiliyetlerini artırır.

Kimisi içinde yıkanan çocuğun erken buluğa ermesini sağlar. Kimisinde ise türlü hastalıklara karşı şifa vardır.

Hatta bu göllerin çevresindeki otlar ve çiçekler de türlü derde deva olmaktadır.

Evliya Çelebi’nin anlatımının üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, halen o bölgelere her bahar 5 – 6 Mayıs günleri yüzlerce yörük ve göçebe çadırı ile binlerce ziyaretçi gitmektedir

Anadolu’da kim bilir kaç bin yıldır, halk arasında Hızır’ın ölümsüzlüğü anlatılırken Sünni İslam ulemalarının bir hadisi vardır.

Bu hadise göre Hz. Peygamber;

“Hızır sağ olsa idi, bizimle buluşurdu.” demiştir. Bu da, Sünni Müslümanların bu inancı kabul etmelerini sağlamak için söylenmiştir.

Alevi Kızılbaş inancının ölümsüz atlısı olan Hızır, bazen bir derviş kılığındadır, bazen aramızda dolaşan bir fakirdir.

Onu ancak can gözü açık olanlar görür, can kulağı açık olanlar duyar.

Pir Sultan’dan Karacaoğlan’a kadar bütün halk ozanlarının deyişlerinde Onun ölümsüzlüğüne dair sözler vardır.

Hızır–İlyas günlerinde beyaz elbiseler giyerek bu kâinatı dolaşanın Olduğuna inanılır.

Hem deryaların hem karaların sultanı O’dur.

Alevi Kızılbaşlarda Hızır kültü vardır. Yaşadığımız topraklarda binlerce mekâna onun ismini vermişiz.

Gerek Hızır ayının kutsal günlerinde olsun, gerekse 5-6 Mayıs Hıdırellez günlerinde doğan erkek çocuklara “Hıdır” ismi verilir.

Alevi pirlerinin ocaklarında çıralar yanmaya başladığı günden beri, her yerde Hızır’ın ayak izlerinin değdiği yerler kutsanmıştır.

Ülkemizin her yöresinde bu mekânların çoğu halen ziyaret edilmekte, halk tarafından hikâyeleri anlatılmaktadır.

Denizli’de Hızırlık Sultan ziyareti, Kütahya’da Hızırlık Dağı, Edirne’de Hızır’ın Tekesi, Çorum’da kadınların ve çocukların bayramlarda ve kutsal günlerde bilhassa ziyaret ettikleri Hızırlık Ziyaretgâhı, Kızılırmak’ın kollarından Balatlı Suyu’nun bir kolu olan Hıdır Suyu…

Bu yer isimleri arasında sular ve derelerle ilgili olanlar, Şark kaynaklarının anlattığı Hızır hikâyeleriyle şüphesiz ilişkilidir.

Şehir ve kale kapılarından Hızır Kapısı adını taşıyanlar ile bilhassa “Hızırlık” denilen mevkilerin bu şekilde adlandırılması da dikkate değerdir.

Herhalde bu kapılar, Hızır’ın zaman zaman şehre veya kaleye girdiği noktalar ile konakladığı yerlere verilen adlardır.

Bu makamlar kutsal olarak bilinir.

Alevi ve Bektaşiler arasında, Ali ile birlikte yardımı istenen tabiatüstü kutsal bir kuvvet olarak zikredilir.

Bazı Alevilere göre, Ali’nin adlarından biri Hızır’dır. O’nun Hızır adıyla dünyada yaşadığına inanılır.

Bunu, Pir Sultan’a ait olduğuna şüphe edilmeyen bir deyişte şöyle anlatırlar:

Bin bir var vardır, bir adı Hızır

Her nerede çağırsan orada hazır

Ali padişahtır, Muhammed vezir

Bu fermanı yazan Ali değil mi?

Alevi-Bektaşi erkânlarında meydan açıldığında, on iki a temsil eden on iki posttan birinin (mihmandar postu) sahibi Boz Atlı Hızır’dır.

Alevi gülbanklarında “Hızır yoldaşın ola” şeklinde sürekli anılır.

Hızır–İlyas 5 – 6 Mayıs günü adet ve inanışlarında, İslam’dan önce ve sonraki Şark mitolojilerinin Hızır hakkındaki rivayetlerinden pek çok ve birbirine benzer unsur bulunur.

Halk inanışlarında ve halk edebiyatında, yörelere göre yapılan değişik eğlenceler ve törenler halen sürmektedir.

Kırklareli’nde Hıdrellez eğlenceleri, Kadirli ve Andırın köylerinde “Mantuvar açmak” (Mantuvar: Sarı yayla çiçeğidir), Küçük Menderes ve Tire yörelerinde “niyet çömleği” bu çiçekle bezenir.

Bu çömleğin içine, Hızır–İlyas gecesi niyetine baktırmak isteyenler kendi eşyalarından birer nişan koyarlar.

Ağzı kapatılan çömlek, bir gül fidanının altına bırakılır veya gömülür.

Ertesi sabah erkenden nişanlar, küçük bir kız tarafından mani eşliğinde çekilir; nişan sahibinin durumu ve geleceği bu manilere göre yorumlanır.

Bir başka gelenekte ise o gece hamur yoğrulup bir ağaca asılır; hamurun sabaha kadar kabarıp kabarmadığına göre o yılın bereketli mi yoksa kıt mı olacağına karar verilir.

Balıkesir yöresinde ise Hızır–İlyas gecesi yapraklar üzerine toplanan çiy taneleriyle iki hamur tutulur: biri “var hamuru”, diğeri “yok hamuru”.

Ertesi gün hangisi kabarmışsa, o yıl ona göre davranılır:

“Var hamuru kabarmışsa o yıl ne istense var,”

“Yok hamuru kabarmışsa aksine yok,” denir.

Geçmişte Balıkesir, Bergama, Isparta, Aydın yörelerinde anlatılan Hızır–İlyas geleneklerinden çok sayıda örnek vardır.

Akşamdan pişirilen bulgur pilavının yanına bir deste hiç kullanılmamış tahta kaşık konulur. Sabahleyin bu kaşıklardan hangisi  ateşte yanmamışsa, o gece Hızır’ın o kaşıkla pilav yediğine inanılır ve o kaşık bereket tılsımı olarak saklanır.

İnanışa göre, o gece sularda nur akar. Akar suya o gece girenlerin vücudu nurlanır, hastalıklardan kurtulur ve korunur.

O gece toprak testilere yeniden su doldurulur. Çaydan alınan 40 ufak taş testinin içine atılır, bu sudan kırk gün boyunca içilir, dertlere derman olur.

5 – 6 Mayıs gecesi sabaha karşı, evin hayvan damlarının kapıları ısırgan otu ile donatılır; böylece insanlar ve hayvanlar hastalıklardan korunur.

Çocukların çabuk büyümeleri ve midelerinin sağlam olması için arpa tarlasından sabaha karşı alınan bir tutam başak kaynatılır, içirilir ve bu suyla vücutları yıkanır.

Güneş doğmadan otların üzerinden toplanan çiy damlaları yoğurt ve hamur mayasında kullanılır.

Yine bu çiy damlaları, hayvanlara serpilerek onların sütlerinin kesilmemesi ve hastalıklardan korunmaları sağlanır.

Yüzlerce yıl yaşanarak gelen bu inanç ve gelenekler, Alevilerin ve diğer inanç mensuplarının Boz Atlı Hızır’a olan sarsılmaz itikatlarındandır.

İkrar ve itikatta duranları Hızır–İlyas yorup yollarda koymaz inşallah.

Kaynaklar:

•       Evliya Çelebi (Seyahatname, III, 90)

•       Pertev Naili (Köroğlu Destanı)

•       Sadettin Nüzhet (Pir Sultan)

•       Pertev Naili Boratav (Halk Şiir Antolojisi)

•       Pertev Naili (Halk Hikayeleri)

•       Ali Ulvi Dariverenli (İnanç Mecmuası)

•       İslam Ansiklopedisi – 5/1 Cilt, s. 457–471

MERSİN CEMEVİ

HASAN KILAVUZ